Bazı isimler vardır ki bir dönemi değil, bir ülkenin vicdanını temsil eder. Uğur Mumcu, işte tam da böyle bir isimdi. O, gerçeği savunmayı kendine görev bilen, karanlıkla yılmadan mücadele eden bir aydındı. Ne baskıya boyun eğdi ne de tehditlere. Çünkü onun kalemi, halkın aydınlanma meşalesiydi.
Onu ilk kez Dikili Barış Festivali’nde tanımıştım. Kürsüye çıktığında herkes susmuş, tüm dikkatini ona vermişti. Sözleri yalnızca kulaklara değil, vicdanlara dokunuyordu. Tarikat, siyaset ve mafya arasındaki tehlikeli bağları anlatıyordu. O gün duyduklarım, bu ülkenin üzerindeki karanlığın ne kadar derin olduğunu fark etmemi sağladı. Mumcu’nun cesareti, yalnızca bir gazetecilik başarısı değil, halkı uyandırmaya adanmış bir yaşamın kanıtıydı.
Ve sonra o kara gün… 24 Ocak 1993 sabahı, Uğur Mumcu’nun hain bir saldırıyla katledildiğini öğrendiğimizde, ülke derin bir sessizliğe gömüldü. Aliağa Belediye Başkanımız Hakkı Ülkü ve partililerle birlikte hemen Ankara’ya yola çıktık. Yolda kimse konuşmadı. Herkesin yüzünde aynı ifade vardı: Yürek burkan bir acı ve öfke.
Ankara’da gördüğüm manzara tarifsizdi. Türkiye’nin dört bir yanından gelen binlerce insan sessiz bir haykırışla cenazeye katılmıştı. Hava kapalı, gökyüzü ağlamaklıydı. Yağmur, adeta yitirdiğimiz büyük bir değer için dökülen gözyaşları gibiydi. O gün yalnızca bir insan değil, bir ülkenin umudu hedef alınmıştı.
Mumcu’nun yazdıkları, karanlık güçlerin nasıl bir düzen kurduğunu gözler önüne seriyordu. Devleti saran tarikatları, mafyayla kurulan kirli ilişkileri ve siyasetin içine çöreklenen çıkar ağlarını cesurca ortaya koyuyordu. “Bu tarikatlar bir gün sizi de vuracak” demişti; ama sözleri gerektiği gibi anlaşılmadı. Bugün, yaşananlar onun haklılığını bir kez daha ortaya koyuyor.
Uğur Mumcu’nun susturulması, sadece bir gazetecinin değil, halkın gerçeğe olan inancının da hedef alınmasıydı. Ancak onun bıraktığı ışık asla sönmedi. Yazdıkları hâlâ rehberimiz olmaya devam ediyor. Cesaretinin, düşüncelerinin ve hakikat mücadelesinin mirasçılarıyız.
Onu anmak demek, sadece adını hatırlamak değil, onun mücadelesini sürdürmek demektir. Hakikate sahip çıkmak, karanlığa karşı durmak demektir. Bugün bu ülkenin geleceğine dair umut taşıyorsak, bunda Uğur Mumcu’nun payı büyüktür.
Unutmak, bu ülkeye yapılacak en büyük ihanet olur. Ama biz unutmayacağız. Çünkü Uğur Mumcu’nun cesareti ve bıraktığı ışık, bugün hâlâ yolumuzu aydınlatıyor. Onu, ölümünün 32. yıldönümünde bir kez daha saygı, özlem ve minnetle anıyoruz.