Lise yıllarımda Hür Kalyoncu adlı bir öğretmenimiz vardı.
Tarih hocasıydı; biz öğrencilerine tarihi öğreten ve sevdiren bir eğitimciydi.
'Tarihimizi iyi bilmeliyiz ve sahip çıkmalıyız" diye telkin eder; tarihini bilmeyenin geleceğine yön veremeyeceğini savunurdu.
Günümüz konjonktüründe baktığımda...
Hocamızın söylediklerinde ne kadar haklı çok daha iyi anlıyorum.
Tarihi pusulaya benzeten kadim devlet adamlarımızdan Cevdet Paşa, "Tarih bilmeyen devlet adamı, pusula okumayı bilmeyen bir kaptan kadar tehlikelidir." diyerek, bu konuda her şeyi özetlemiştir.
İmdi...
Birileri çıkıyor: "Musul-Kerkük'te ne işimiz var?"
Diğerleri çıkıyor: "Afrin'de Halep'te ne işimiz var?"
Şeklinde ifadelerle feryat figan ediyor.
Orada ne işimiz var biliyor musunuz?
İşgal altında bulunan Anadolu'nun "Ya istiklal Ya ölüm" parolasıyla varlığının asgari şartı saydığı bir Misak-ı Milli’si (Milli And) vardı.
Misak-ı Milli’ye göre bugünkü sınırlarımız dışında bulunan Batum, Batı Trakya, Musul, Kerkük, Halep,
Osmanlı bu şehirleri 500 yıl boyunca adalet ile yönetmiştir.
Hak iddiasında olunması doğaldır.
Üstelik bu bölgelerde yaşayan halkla Türkiye'nin kan ve din bağı vardır.
Zaten Misakı Milli sınırları içine alınmasının sebebi de budur.
Mustafa Kemal Paşa 1 Mayıs 1920 tarihinde, Büyük Millet Meclisindeki sınırlarımızı belirleyen tarihi konuşmasında; Musul, Kerkük ve Süleymaniye konusunda uygulanması gereken politikasını ve düşüncelerini açıklayarak şöyle diyordu:
“Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudut-ı millimiz İskenderun cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi ve Kerkük’ü ihtiva eder. İşte hudut-ı millimiz budur dedik. Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk 30 Ocak 1923 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmasında “Musul vilayetinin Türkiye devletinin milli sınırları içerisinde olduğunu; buralarını ana vatandan koparıp şuna buna hediye etmenin mümkün olamayacağını ve Cemiyet-i Akvam’ın bu konuyla hiçbir ilişkisi olmadığını”
1922 yıllarında Irak’ın durumu şimdi gibi çok karışık ve belirsizdi. 1871 yılında Fırat ve Dicle nehirlerinin vadilerinde petrol olduğunun farkına varan İngilizler yanı sıra Amerika ve Fransa menfaatleri yani petrol aramaya çıkmışlardı.
Bu sebepledir ki...
Söz konusu coğrafyayı Osmanlı'nın küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti'ne bırakmak istemiyorlardı.
30 Ocak 1923 tarihinde ise Mustafa Kemal Paşa konuşmasında:
“Musul vilayetinin Türkiye devletinin milli sınırları içerisinde olduğunu; buralarını ana vatandan koparıp şuna buna hediye etmenin mümkün olamayacağını ve Cemiyet-i Akvam’ın bu konuyla hiçbir ilişkisi olmadığını” ifade ediyordu.
İngilizler Irak ve Suriye topraklarında istedikleri hamleleri yapıp manda rejimiyle idare edilen devletçikler kurmayı da başardılar.
Petrol ve enerjinin stratejik öneminden dolayı her türlü çatışmaya ve savaşa sebep olduğu bilinen bir gerçekti.
2. Abdulhamid döneminden bugüne buralarda petrol olduğunu bilen İngilizler, Amerikalılar, Fransızlar, buradan vazgeçmediler.
Ünlü filozof Voltairese, “Tarih kralların, generallerin çiftliği değil, Milletlerin tarlasıdır. Her millet geçmişte bu tarlaya ne ekmişse gelecekte onu biçer" sözüyle farkında olmadan bir Türkiye gerçeğini parmak basar .
Bugün Suriye ve ırak bölgelerindeki i olaylar nedeniyle, tarihten gelen bir haklılıkla din, dil, coğrafi ve kültürel değerlerimizin yaşadığı Kerkük, Musul, Süleymaniye,Halep üzerindeki duyarlılığını gösterereki, siyasal ve toplumsal yapısını temelinden değiştirecek olaylara, projelere seyirci kalmamak amacıyla Afrin'de Musul'da ,Kerkürk'te, Sülemaniye'de olmalıyız ve buralara sahip çıkmak zorundayız.
İSMAİL HAKKI ERGÜN / ALİAĞA
04 Mart 2018