15-16 Haziran işçi direnişinin 50'nci yılı
15-16 Haziran işçi direnişinin 50’nci yılı
Editör: Aliağa Medya
16 Haziran 2020 - 10:45
Aliağa Emek ve Demokrasi Platformu 15-16 Haziran işçi direnişi dolayısıyla basın açıklaması yaptı.
15-16 Haziran işçi direnişi 50. Yıl dönümünde nedeniyle Demokrasi Meydanı’nda yapılan basın açıklamasından kısa konuşma yapan konuşan Petrol-İş Aliağa Şube Başkanı Ahmet Oktay kıdem tazminatının fona devrine karşı mücadele çağrısını tekralayan Oktay ““kıdem tazminatımıza dokundurtmayacağız. Bu pandemi sürecinde bile ülkenin çarklarını döndüren biz işçileriz. Bizlerin emeğine, geleceğine göz dikenlere karşı mücadele edeceğiz" ifadelerini kullandı.
Genel-İş 8 No’lu Şube Sekreteri Sinan Uğur tarafından okunan basın açıklamasında şunlar kaydedildi
Türkiye işçi sınıfı bundan tam 50 yıl önce, tarihe altın harflerle yazılmış bir mücadeleye imzasını attı. 1970 yılı 15-16 Haziran günlerinde, patronların ve işbirlikçi sendikacıların talebi doğrultusunda, işçi sınıfının sendikal örgütlenme hakkının gaspına yönelik Meclis’te gündeme getirilen değişikliklere karşı Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunun çağrısıyla on binlerce işçi üretimden gelen gücünü kullanarak şehirlerin caddelerini kuşattı.
1960’lı yıllar ülkemizde işçi sınıfı mücadelelerinin yükseldiği yıllardı. Bu süreç bir taraftan sendikalaşmayı artırırken, işçilerin örgütlü olduğu sendikaları da sorguladığı yıllar oldu. Nitekim Türk-İş’e bağlı üç sendikanın ve bağımsız Gıda-İş sendikasının bir araya gelerek kurduğu Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu da bu mücadele ve sorgulama sürecinin sonunda ortaya çıktı. Mücadeleci çizgi izleyen DİSK giderek çekim merkezi oluyor ve bu durum hem patronları hem de sendika bürokratlarını korkutuyordu. 274 ve 275 sayılı kanunlarda yapılacak değişiklikler işte bu korkunun bir ifadesiydi. 11 Haziran 1970 tarihinde yürürlüğü giren değişikliklerle birlikte, Türkiye genelinde sendikaların faaliyet yürütebilmeleri için çalışan işçilerin üçte birinin örgütlenmesi koşulu getirildi. Yine federasyon ve konfederasyonların da kurulabilmesi için üçte bir üyelik şartı getirildi. Ayrıca sendikadan istifa için de noter şartı getiriliyordu. O dönem için bu koşulları sağlayan tek konfederasyon Türk-İş’ti ve ‘güçlü sendikacılık’ adı altında kanunu hararetle savunuyordu. Dönemin Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk, Meclis konuşmasında ‘DİSK’in çanına ot tıkayacağız’ demiş ve alkışlarla karşılanmıştır.
Amaç, DİSK’i etkisiz hale getirmekle birlikte, asıl olarak Türk-İş’e üye işçilerin mücadeleci sendikal anlayışa yönelmelerini engellemekti. Nitekim Türk-İş üyesi işçiler bu amacı net bir şekilde görmüş ve DİSK’li işçilerle birlikte yer yer onları da aşan sayıda genel direnişe katılmışlardır.
Yasa değişikliği gündeme geldiğinde DİSK’in örgütlü olduğu işyerlerinde Anayasal Direniş Komiteleri kurulmuş ve komiteler ve işyeri temsilcileri sürekli olarak işçileri bilgilendirmiş ve mücadeleye hazırlamıştır. Nitekim yasa kabul edildikten sonra İstanbul Merter’de 800 işçi temsilcisinin katıldığı toplantıda genel direniş kararı alınmış ve işyerleri eyleme tam katılım göstermiştir.
15 Haziran’da İstanbul Gebze hattında E5 yolu boyunca tüm fabrikalar üretimi durdurmuş ve bir grup Kartal-Kadıköy yönüne bir grup da İzmit yönüne doğru yürüyüşe geçmiştir. Bu güzergah boyunca Türk-İş’e bağlı işyerleri de eyleme katılmışlardır. 16 Haziran’da İstanbul’da üç koldan işçiler yürüyüşe geçmiş, asker ve polisler işçileri durduramayınca, köprüler açılarak, vapur seferleri iptal edilerek işçilerin birleşmesi engellenmeye çalışılmıştır. Kadıköy’de işçilere silah sıkılmış bir çok işçi hayatını kaybetmiştir. Ankara, İzmir gibi büyükşehirlere de yayılan eylem karşısında sıkıyönetim ilan edilmiş, DİSK yöneticileri ve eyleme önderlik eden işçi temsilcileri tutuklanmış, 5 binin üzerinde işçi önderi işten atılmıştır. Ve bu işçiler kara listelere alınarak bir daha hiçbir işyerinde işe alınmamışlardır.
Bütün bu saldırılara rağmen, genel direniş etkisini göstermiş, CHP ve TİP milletvekillerinin başvurusuyla kanun değişiklikleri Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.
Sermayedarlar ve işbirlikçi sendikacılar, o gün yapamadıkları değişiklikleri ancak 12 Eylül darbesiyle birlikte hayata geçirmiş ve işçilerin bütün kazanımları ortadan kaldırılmıştır.
Bugün de iktidar, Covid-19 salgın koşullarında işçilere zorla çalışmayı dayatmış ve sürü bağışıklığını reva görmüştür. İşçiler arasında pozitif vaka sayısı ortalamanın üç katıdır. Bırakalım salgına karşı işçilerin korunmasını, salgın fırsat bilinerek işçinin rızası olmadan ücretsiz izine çıkarılması yasallaştırılmış, patronlara teşvik üzerine teşvik verilirken, ücretsiz izne çıkarılan işçilere günde 39 TL ücret dayatılmıştır. Milyonlarca işçi işsizler ordusuna katılmıştır. Gelirimiz azalırken, ardı sıra yapılan zamlarla giderlerimiz en az iki katına çıkmıştır.
Salgının ve ekonomik krizin faturasını işçilere ödetmeye kararlı olan iktidar, şimdi de Kıdem Tazminatı Fonunu yeniden gündeme getirerek, 15-16 Haziran gibi şanlı direnişlerden miras son kalemizi de salgını fırsat bilerek elimizden almaya çalışıyor.
15-16 Haziran şanlı direnişinden öğrendiğimiz en önemli ders; saldırılara karşı işyerlerinde birlik olmak, üretimden gelen gücümüzü kullanarak sokaklara alanlara çıkmaktır. Ve bu mücadelede inisiyatifi genel merkezlere değil, tamamen işyerlerine ve tabana yaslamaktır. Mücadele kararları işçilerle birlikte alındığında ve işçilere inisiyatif tanındığında 15-16 Haziran’ları da aşan işçi mücadeleleri hiç de hayal değildir. O gün DİSK ve Türk-İş üyesi işçiler ortak amaçları için nasıl eylemde birleştilerse, bugün de yapılması gereken sendika ayrımı gözetmeksizin işçilerin birleşmesidir. Bizler bu büyük birliği ve mücadeleyi gerçekleştirebilecek güce sahibiz. Kıdem tazminatımıza göz dikenleri bir kez daha uyarıyoruz.
Kıdem tazminatı fonu kurma çabanızdan derhal vazgeçin,
İşçileri salgına karşı korunmamız bırakan uygulamalardan vaz geçin ve bütün işçileri teste tabi tutarak riskli işyerlerinde ücretli izin uygulamasına geçin,
İşten atmaları gerçek anlamda yasaklayın, ücretsiz izin uygulamasına son verin,
Tutarlı bir karantina politikası izleyerek 65 yaş üstü yurttaşlarımıza reva görülen uygulamalardan vaz geçin, bütün emekli ve yaşlılara insanca yaşayabilecekleri bir maaş ödeyin,
Demokrasinin temel ilkeleri olan, toplantı, gösteri ve örgütlenme özgürlüğünü tanıyın, hiç kimsenin düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlamayın, halkın iradesine saygı gösterin.
Aliağa Emek ve Demokrasi Platformu Bileşenleri olarak, 15-16 Haziran şanlı direnişinden öğrendiklerimizle, iktidarı ve büyük patronları bir kez daha uyarıyoruz. 1970’te 2 milyonduk, şimdi 20 milyonuz, ailelerimizle birlikte nüfusun çoğunluğunu oluşturuyoruz. Üreten ve hayatı döndüren bizleriz. Küçücük bir sermaye azınlığının çıkarları için biz işçi ve emekçilere bedel ödetmeye devam edecekseniz, dönüp 15-16 Haziran günlerine bir kez daha bakın ve onun çok daha büyük, görkemli ve yaygın olanını hayal edin. Ve bilin ki, işçiler hiçbir saldırıyı yanıtsız bırakmamıştır, er ya da geç… “ şeklinde açıklamada bulunuldu.
15-16 Haziran işçi direnişi 50. Yıl dönümünde nedeniyle Demokrasi Meydanı’nda yapılan basın açıklamasından kısa konuşma yapan konuşan Petrol-İş Aliağa Şube Başkanı Ahmet Oktay kıdem tazminatının fona devrine karşı mücadele çağrısını tekralayan Oktay ““kıdem tazminatımıza dokundurtmayacağız. Bu pandemi sürecinde bile ülkenin çarklarını döndüren biz işçileriz. Bizlerin emeğine, geleceğine göz dikenlere karşı mücadele edeceğiz" ifadelerini kullandı.
Genel-İş 8 No’lu Şube Sekreteri Sinan Uğur tarafından okunan basın açıklamasında şunlar kaydedildi
Türkiye işçi sınıfı bundan tam 50 yıl önce, tarihe altın harflerle yazılmış bir mücadeleye imzasını attı. 1970 yılı 15-16 Haziran günlerinde, patronların ve işbirlikçi sendikacıların talebi doğrultusunda, işçi sınıfının sendikal örgütlenme hakkının gaspına yönelik Meclis’te gündeme getirilen değişikliklere karşı Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunun çağrısıyla on binlerce işçi üretimden gelen gücünü kullanarak şehirlerin caddelerini kuşattı.
1960’lı yıllar ülkemizde işçi sınıfı mücadelelerinin yükseldiği yıllardı. Bu süreç bir taraftan sendikalaşmayı artırırken, işçilerin örgütlü olduğu sendikaları da sorguladığı yıllar oldu. Nitekim Türk-İş’e bağlı üç sendikanın ve bağımsız Gıda-İş sendikasının bir araya gelerek kurduğu Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu da bu mücadele ve sorgulama sürecinin sonunda ortaya çıktı. Mücadeleci çizgi izleyen DİSK giderek çekim merkezi oluyor ve bu durum hem patronları hem de sendika bürokratlarını korkutuyordu. 274 ve 275 sayılı kanunlarda yapılacak değişiklikler işte bu korkunun bir ifadesiydi. 11 Haziran 1970 tarihinde yürürlüğü giren değişikliklerle birlikte, Türkiye genelinde sendikaların faaliyet yürütebilmeleri için çalışan işçilerin üçte birinin örgütlenmesi koşulu getirildi. Yine federasyon ve konfederasyonların da kurulabilmesi için üçte bir üyelik şartı getirildi. Ayrıca sendikadan istifa için de noter şartı getiriliyordu. O dönem için bu koşulları sağlayan tek konfederasyon Türk-İş’ti ve ‘güçlü sendikacılık’ adı altında kanunu hararetle savunuyordu. Dönemin Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk, Meclis konuşmasında ‘DİSK’in çanına ot tıkayacağız’ demiş ve alkışlarla karşılanmıştır.
Amaç, DİSK’i etkisiz hale getirmekle birlikte, asıl olarak Türk-İş’e üye işçilerin mücadeleci sendikal anlayışa yönelmelerini engellemekti. Nitekim Türk-İş üyesi işçiler bu amacı net bir şekilde görmüş ve DİSK’li işçilerle birlikte yer yer onları da aşan sayıda genel direnişe katılmışlardır.
Yasa değişikliği gündeme geldiğinde DİSK’in örgütlü olduğu işyerlerinde Anayasal Direniş Komiteleri kurulmuş ve komiteler ve işyeri temsilcileri sürekli olarak işçileri bilgilendirmiş ve mücadeleye hazırlamıştır. Nitekim yasa kabul edildikten sonra İstanbul Merter’de 800 işçi temsilcisinin katıldığı toplantıda genel direniş kararı alınmış ve işyerleri eyleme tam katılım göstermiştir.
15 Haziran’da İstanbul Gebze hattında E5 yolu boyunca tüm fabrikalar üretimi durdurmuş ve bir grup Kartal-Kadıköy yönüne bir grup da İzmit yönüne doğru yürüyüşe geçmiştir. Bu güzergah boyunca Türk-İş’e bağlı işyerleri de eyleme katılmışlardır. 16 Haziran’da İstanbul’da üç koldan işçiler yürüyüşe geçmiş, asker ve polisler işçileri durduramayınca, köprüler açılarak, vapur seferleri iptal edilerek işçilerin birleşmesi engellenmeye çalışılmıştır. Kadıköy’de işçilere silah sıkılmış bir çok işçi hayatını kaybetmiştir. Ankara, İzmir gibi büyükşehirlere de yayılan eylem karşısında sıkıyönetim ilan edilmiş, DİSK yöneticileri ve eyleme önderlik eden işçi temsilcileri tutuklanmış, 5 binin üzerinde işçi önderi işten atılmıştır. Ve bu işçiler kara listelere alınarak bir daha hiçbir işyerinde işe alınmamışlardır.
Bütün bu saldırılara rağmen, genel direniş etkisini göstermiş, CHP ve TİP milletvekillerinin başvurusuyla kanun değişiklikleri Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.
Sermayedarlar ve işbirlikçi sendikacılar, o gün yapamadıkları değişiklikleri ancak 12 Eylül darbesiyle birlikte hayata geçirmiş ve işçilerin bütün kazanımları ortadan kaldırılmıştır.
Bugün de iktidar, Covid-19 salgın koşullarında işçilere zorla çalışmayı dayatmış ve sürü bağışıklığını reva görmüştür. İşçiler arasında pozitif vaka sayısı ortalamanın üç katıdır. Bırakalım salgına karşı işçilerin korunmasını, salgın fırsat bilinerek işçinin rızası olmadan ücretsiz izine çıkarılması yasallaştırılmış, patronlara teşvik üzerine teşvik verilirken, ücretsiz izne çıkarılan işçilere günde 39 TL ücret dayatılmıştır. Milyonlarca işçi işsizler ordusuna katılmıştır. Gelirimiz azalırken, ardı sıra yapılan zamlarla giderlerimiz en az iki katına çıkmıştır.
Salgının ve ekonomik krizin faturasını işçilere ödetmeye kararlı olan iktidar, şimdi de Kıdem Tazminatı Fonunu yeniden gündeme getirerek, 15-16 Haziran gibi şanlı direnişlerden miras son kalemizi de salgını fırsat bilerek elimizden almaya çalışıyor.
15-16 Haziran şanlı direnişinden öğrendiğimiz en önemli ders; saldırılara karşı işyerlerinde birlik olmak, üretimden gelen gücümüzü kullanarak sokaklara alanlara çıkmaktır. Ve bu mücadelede inisiyatifi genel merkezlere değil, tamamen işyerlerine ve tabana yaslamaktır. Mücadele kararları işçilerle birlikte alındığında ve işçilere inisiyatif tanındığında 15-16 Haziran’ları da aşan işçi mücadeleleri hiç de hayal değildir. O gün DİSK ve Türk-İş üyesi işçiler ortak amaçları için nasıl eylemde birleştilerse, bugün de yapılması gereken sendika ayrımı gözetmeksizin işçilerin birleşmesidir. Bizler bu büyük birliği ve mücadeleyi gerçekleştirebilecek güce sahibiz. Kıdem tazminatımıza göz dikenleri bir kez daha uyarıyoruz.
Kıdem tazminatı fonu kurma çabanızdan derhal vazgeçin,
İşçileri salgına karşı korunmamız bırakan uygulamalardan vaz geçin ve bütün işçileri teste tabi tutarak riskli işyerlerinde ücretli izin uygulamasına geçin,
İşten atmaları gerçek anlamda yasaklayın, ücretsiz izin uygulamasına son verin,
Tutarlı bir karantina politikası izleyerek 65 yaş üstü yurttaşlarımıza reva görülen uygulamalardan vaz geçin, bütün emekli ve yaşlılara insanca yaşayabilecekleri bir maaş ödeyin,
Demokrasinin temel ilkeleri olan, toplantı, gösteri ve örgütlenme özgürlüğünü tanıyın, hiç kimsenin düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlamayın, halkın iradesine saygı gösterin.
Aliağa Emek ve Demokrasi Platformu Bileşenleri olarak, 15-16 Haziran şanlı direnişinden öğrendiklerimizle, iktidarı ve büyük patronları bir kez daha uyarıyoruz. 1970’te 2 milyonduk, şimdi 20 milyonuz, ailelerimizle birlikte nüfusun çoğunluğunu oluşturuyoruz. Üreten ve hayatı döndüren bizleriz. Küçücük bir sermaye azınlığının çıkarları için biz işçi ve emekçilere bedel ödetmeye devam edecekseniz, dönüp 15-16 Haziran günlerine bir kez daha bakın ve onun çok daha büyük, görkemli ve yaygın olanını hayal edin. Ve bilin ki, işçiler hiçbir saldırıyı yanıtsız bırakmamıştır, er ya da geç… “ şeklinde açıklamada bulunuldu.